23 Aralık 2017 Cumartesi

"Askerî Gemi Projeleri ve Pendik Motor Fabrikası" FATİH YILMAZ "Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nın Önemi"

Askerî Gemi Projeleri ve Pendik Motor Fabrikası 

FATİH YILMAZ
FATİH YILMAZ
Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nın Önemi
MİLGEM Projesi kapsamında, askeri gemilerde %65 civarında yerli sanayi katılımının sağlandığı ve söz konusu proje kapsamında prototip olarak üretilen TCG-HEYBELİADA ve benzer diğer gemilerde, normal seyirde diesel motorların, yüksek süratlerde ise gaz türbininin kullanılacağı biçimde dizel + gaz türbini konfigürasyonundan (CODAG) oluşan Alman menşeli MTU marka ana tahrik sistemi kullanıldığı belirtilmektedir.
Askeri gemilerde milli tasarım ve yerli katkı oranımızın %65 gibi önemli bir seviyeye yükselmiş olması şüphesiz çok önemli bir milli başarıdır. Ancak, İstanbul’da Pendik Tersanesi Motor Fabrikası gibi muazzam bir fabrikamız varken, “Milli Gemi”mizin “kalbi” olan ana tahrik sisteminin, bir kesimin ısrarlı tercihi ile yabancı marka olmasının “Yerli Savunma Sanayii” vizyonu ile örtüşmediği kanaatimi de açıkça paylaşmak isterim. Öyle ki; askeri ve “milli” gemilerimizin ana tahrik sistemlerini, yabancı ülke ve markalardan temin etmek yerine,Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nda gerekli rehabilitasyon ve modernizasyon çalışmaları yapılarak yerli imkanlarla üretme noktasında gerekli bilgi, tecrübe ve işgücü kapasitesine ülke olarak sahibiz.
(….) Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nda, yani bizim ülkemizde, 1981-1998 yılları arasında en büyüğü 14.000 BHP olan 100’e yakın gemi diesel motoru zaten fiilen üretilmiştir. Bu gemilerin çoğu o dönemde Deniz Nakliyat’a yani devlete ait gemiler olup, bu gemilere monte edilen makinelerin birçoğu halen tıkır tıkır çalışmaktadır. Yani, ülkemiz, gemi diesel motoru üretimi konusunda yakın tarihinden gelen derin bilgi birikimine ve tecrübeye zaten sahip. Buna ilaveten, gerek ticaret gemilerinde ve gerekse askeri gemilerde ekseriyetle tercih edilen yabancı marka diesel motorların tamir-bakım-onarım ve yenileme işlerini uzun yıllardan beri yapan iş gücü kaynağına ve yerli firmalara da sahibiz. Ürün sertifikasyonu konusunda milli kuruluşlarımız da mevcut. O halde, MİLGEM ve Koster Filosu'nun Yenilenmesi gibi projelerin gündemde olduğu şu günlerde, neden hâlâ, yerli firmalardan oluşan bir tedarik zinciri ile “milli” savaş gemilerimizin ve ticaret gemilerinin diesel motorlarını Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nda kendimiz üretmeyelim?
(NOT: Devlet teşviki ile yenilenmesi düşünülen Koster Filosu'nun ana tahrik sistemi (ana ve yardımcı makineler) ile seyir ekipmanları yerli olmadığı müddetçe gelecek 30-35 yıl boyunca yedek parça ve servis konusunda dışa bağımlı olacağı ve bu durumun doğuracağı başta "cari açık" olmak üzere birçok olumsuzluk dikkatlerden kaçmamalıdır.)
***
İktisat ve Milli Güvenlik Açısından “Yerli Motor” Gerekli
Türk donanmasına ait askeri gemilerde takılı olan yabancı marka motorların periyodik bakım-tutum-onarım ve yenileme ihtiyacı için yurt dışından temin edilen parçalarının miktarı ve tutarının ne olduğu ve aynı parçaların yerli imalatçılar tarafından üretilmesi halinde tutarın ne olacağı konusunda bir kıyaslama etüd çalışması yapılmış mıdır bilemiyorum ama böyle bir çalışma yapılırsa şayet gemi diesel motoru parçalarının yerli üreticiler tarafından imal edilmesine sıcak bakmayanların geçmişten gelen alışkanlıklarının kırılması ve konunun iktisadi açıdan öneminin daha iyi anlaşılması bakımından çok faydalı olacağı kanaatindeyim. Sadece iktisadi değil, stratejik açıdan da yarar var. Öyle ki; askeri gemilerde ekseriyetle tercih edilen yabancı marka motorlardaki Elektronik Kontrol Ünitesi (ECU)vb. gibi elektronik kontrol sistemlerinin şifre ve ayarlarının yabancı üreticilerin bilgisi ve kontrolü dâhilindeolması ihtimali bile “milli güvenlik” açısından pek olumlu bir durum olmasa gerek.
Neden Pendik Motor Fabrikası?
Motor fabrikalarının en önemli özellikleri olarak, fabrikanın temelleri ile test odalarının ve kullanılan tezgâhların temellerinin, üzerlerindeki büyük dinamik yükler karşısında deformasyona uğramayacak ve titreşimi iletmeyecek sağlamlıkta yapılmış olması gerekir.
İşte, Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nın 1980’li yıllarda hazırlanan temelleri, binlerce fore kazık çakılarak ve çok sağlam bir zemine oturtulmuş olup, fabrika bünyesindeki test odalarının ve büyük bor tezgâhının her birinin altında ciddi paralar harcanarak adeta apartman büyüklüğünde temeller mevcuttur. Dolayısıyla, yeni bir fabrika kurulması düşünüldüğünde, bu büyüklükte ve sağlamlıkta temellerin yapılması içinbüyük miktarlarda yatırım yapılması ve amortisman payı olarak ürün maliyetine yansıtılması gerekecektir.
Pendik Tersanesi, bünyesinde muazzam bir motor fabrikasına sahip olan dünyadaki çok az sayıdaki tersaneden biridir. Ayrıca, yine fabrika bünyesinde yer alan 7.500 BHP ve 35.000 BHP kapasiteli iki adet test odası ve bor tezgâhı da, Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nın mutlaka değerlendirilmesi gereken muazzam ve vazgeçilmez bir "milli servet" olduğunun göstergesidir.
***
Pendik Motor Fabrikası’nın Kaderi
Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nın kurulmasında çok büyük emeği olan değerli meslek büyüğümüz Denizcilik Bankası E. Genel Müdürü ve Yüksek Mühendis Ali Can Bey, Gemi Mühendisleri Odası (GMO) Gemi ve Deniz Teknolojisi Dergisi’nde de yayımlanan bir yazısında Pendik Tersanesi Motor Fabrikası ile ilgili şunları söylemişti:
“1999 depreminden bir süre sonra, depremden zarar gören Gölcük Tersanesi yerine Pendik Tersanesi, Deniz Kuvvetleri’ne devredildi. Aradan birkaç ay geçmişti ki, motor fabrikasının, tamir atölyesine dönüştürüldüğünü öğrenince inanılmaz bir şok yaşadım. Motor imalatına geçiş döneminde yaşadığım bütün sevinçlerim bir anda derin bir üzüntüye dönüştü. Anladığım kadarı ile, Pendik Tersanesi'ni devir alan ekipteki genç meslektaş kardeşlerimiz motor fabrikasını gezip görünce; "Bize motor fabrikası lazım değil, burası çok güzel tamir atölyesi olur" deyip bu kararı vermişler. Halbuki; bu güzelim fabrikayı, atölyeye çevirmek yerine, fabrikaya tersane içinde özel bir statü kazandırılarak yeni lisanslar alınarak hem Deniz Kuvvetlerine hem de Tuzla tersanelerine motor üretimine devam edilseydi, yurt dışından motor ithali büyük ölçüde azalır, büyük döviz tasarrufu sağlanabilirdi. Tamir atölyesi, tersane içinde başka bir yere az bir masrafla yapılabilirdi. Ne yazık ki, bu ideal çözüm düşünülmemiş.
Bizler makine üretmeyen bir Gemi Sanayinin, gerçek bir gemi sanayi olamayacağına inanmıştık, bizler "Motor yapabilen bir Türkiye'nin, Motor yapamayan bir Türkiye'den daha güçlü bir ülke olacağına" inanmış, bu inancımızı gerçekleştirmek için didinmiş uğraşmış ve başarmıştık. Motor fabrikasının kapatılması ile gemi sanayimiz ve Türkiye çok şey kaybetmiştir.
Şimdi bizler de, Devrim Arabalarını yapan yaşlı mühendisler gibi ahir ömrümüzde bu güzel eserin tarihe gömülmesinin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. İsterdik ki, başlattığımız motor imalatı daha da geliştirilsin, yerli katkı yüzde yüze yaklaşsın, yeni ilavelerle kapasitesi artırılsın, Tuzla'nın, Deniz Kuvvetlerimizin bütün ihtiyaçlarını karşılar hale gelsin, ihracat yapsın. Biz de genç kardeşlerimizin yaptıkları güzel katkılarla iftihar edelim, onları kınamak yerine onlarla gurur duyalım, ahir ömrümüzde de huzurlu ve mutlu yaşayalım.
Belki, bu anılarımız ve düşüncelerimiz genç kardeşlerimize bir heyecan kaynağı olur da yeniden Kaf Dağının arkasına dönen motor yapma hayalini gerçekleştirmek için kolları sıvarlar. Genç kardeşlerimiz bilsinler ki; Yeni bir MOTOR FABRİKASI’nın kurulduğunu göremeden gidersek gözlerimiz açık gidecek.”

Takdir; büyüklerimizin…
Not: Yazarın bu makalesi, İngilizce-Türkçe olarak Turkey Seanews Dergisi'nde ve Mersin Deniz Ticaret Dergisi'nin Aralık 2014 - 271.sayısında da yayımlanmıştır.
https://groups.yahoo.com/neo/groups/denizciler/conversations/messages/10712
NOT: Bu dikkate değer makalenin, “Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nın Önemi” başlıklı kısmını, değerli dostlarımızın ve Denizcilik Fakültelerinden uzman arkadaşlarımızla askerî ve siyasî yetkililerin dikkatine sunarım. (FMD)

13 Aralık 2017 Çarşamba

ÇAĞIN ÇILGINLIĞI MI? YOKSA!.. "BİTCOİN’İN VE BLOCKCHAİN TEKNOLOJİSİNİN MUCİDİ SATOSHİ NAKAMATO İLE SÖYLEŞİ" Demir KÜÇÜKAYDIN

BİTCOİN VE BLOCKCHAİN TEKNOLOJİSİNİN MUCİDİ SATOSHİ NAKAMATO İLE SÖYLEŞİ
Demir KÜÇÜKAYDIN
Bitcoin’in ekonomi politiği üzerine yazmaya başladığımız bu yazı serisin henüz başındayız.
Bitcoin denen olguyu anlamak için önce Marksist para teorisine girmek gerekecektir. Var olan kavramların bu yeni olguyu açıklayacak ve evrimini öngörecek bir temel sunup sunmadığına bakılacaktır.
Ama bir yandan da bilgi kirliliğine karşı orijinal metinlere de yer vermeye çalışacağız.
Bu bağlamda muhtemelen ilerde adı gerçek bir dahi olarak anılacak, kadın mı erkek mi, yoksa bir grup programcı mı olduğu bilinmeyen Satoshi Nakamato’nun ne gibi düşüncelerle bu parayı oluşturduğuna ilişkin olarak birinci dereceden bir bilgi son derece önemlidir.
Aşağıdaki metin Satoshi Nakamato’nun “başka işlerle uğraşacağım” diyerek yok olmasından önce yaptığı çeşitli yazışmalarından derlenerek oluşturulmuş bir hayali söyleşi. Yani Satoshi Nakamato’den yapılmış orijinal alıntıların bir söyleşi biçiminde derlenmesidir.
Söyleşi Phil Cmampagne’nin “Book of Satoshi” adlı kitabında yayınlanmış.
Biz de bunu Aaron Koenig’in “Bitcoin – Devletsiz Para” başlıklı kitabından çevirdik. Almancamız mükemmel değil. Bu nedene yetersiz bir çeviri olabilir ama daha iyisini yapacak bir hayırsever çıkana kadar bu bir fikir vermeye de yeter.
Benzer şekilde iyi İngilizce bilen birinin Bitcoin fikrinin ilk kez açıkça ifade edildiği “White Papers”ı (“beyaz kâğıtlar”, yani Bitcoin hakkındaki tasarının ilk kez kamuoyuyla paylaşıldığı metin) yapması gayet iyi olurdu.
Aşağıda bu söyleşi yer alıyor.
Demir Küçükaydın // 13 Aralık 2017 Çarşamba
Bitcoin üzerinde çalışmaya ne zaman başladın?
White Papers’ın yayınlanışından (Yani ilk kez tasarının kamuoyuyla paylaşımından) aşağı yukarı iki yıl önce çalışmaya başladım. Tabiri caiz ise, tersine bir yol kat ettim. Önce bütün problemleri çözebildiğime dair kendimi inandırmak için, bütün kodu (programı) yazmalıydım, ancak ondan sonra White Papers’ı yazabilirdim.
Bitcoini niçin icat ettin?
Klasik veya geleneksel (konvansiyonel) paranın işlev görebilmesi için, temel sorun güvendir. Merkez bankasına parayı değersizleştirmeyeceğine güvenilmelidir – ama tarihte Merkez Bankaları daima bu güveni yıkmıştır (kötüye kullanmıştır).
Bankalara, paralarımızı korusun ve elektronik olarak yollasın diye güveniyoruz. Ama onlar bu paraları başkalarına veriyorlar ve böylece kredi balonları oluşturuyorlar, çünkü kredilerin çok küçük bir bölümünün tasarruf olarak karşılığı vardır.
Hırsızlar hesaplarımızı boşaltmasınlar (ki bu hırsızlar da her halde biz oluyoruz) diye onlara güvenip verilerimizi veriyoruz. Bunun için büyük ekstra masraflar alıyorlar. Öyle ki, bunlar küçük ödemeleri olanaksız kılıyor.
Yani öyleyse insan artık kimseye güvenmemeli mi?
Evet. Bir kuşak önce, birçok kişinin aynı anda çalıştığı bilgisayarlar vardı, benzeri bir problem söz konusuydu. Kullanıcı verilerinin bir şifre ile korunduğuna güvenmeliydi ve sistemin yöneticisi bütün bilgileri gizli tutmalıydı. Ne var ki, verilerin kişiselliği, ya başka şeyler daha önemli göründüğü için veya sadece basitçe amirlerinin sözlü emirleriyle yöneticiler tarafından her zaman çiğnendi.
Ama sonra şifreleme teknikleri bulundu, herkes için ulaşılabilir oldu ve böyle bir güvene gerek kalmadı. Veriler, fiziksel olarak, üçüncü şahısların hangi nedenle veya hangi koşullar olursa olsun girişini mümkün kılmayacak şekilde emniyete alınabiliyordu.
Nicin Peer to Peer çözüme karar verdin?
Hükümetler merkezi olarak kontrol edilen ağların kafasını kesmekte ustadırlar, bir zamanlar Napster’de görüldüğü gibi. Fakat Gnutella ve Tor gibi saf P2P ağlarda bu işe yaramıyordu.
Niçin kullanıcıların sayısıyla artacak bir para miktarı yerine sabit bir para miktarına karar verdin. Bu merkezsiz olmayla mı bağlantılı?
Gerçekte para miktarını bir Merkez Bankası gibi kullanıcıların sayısına ayarlayacak kimse yok. Bu değeri belirlemek için kendisine güvenilen bir merkezi aktör olmalıdır. Bir programın kurallarından gerçek bir değeri belirleyecek bir yol bilmiyorum. Eğer belli bir para miktarını belli bir değere bağlayacak bir yol olsaydı, bunlar programlanabilirdi.
Bitcoin belli bir anlamda değerli metaller gibi çalışıyor. Arzı arttıracak yerde, değeri stabil tutmak için, arz sabit olarak belirlendi ve değer değişiyor. Ne kadar çok kullanıcı varsa, Coin başına değer o kadar artacaktır. Böylece olumlu bir kendini besleyen mekanizma da oluşuyor. Değer kullanıcı miktarıyla arttıkça, bu tekrar, yükselen fiyattan kazanç sağlamak isteyen daha fazla kullanıcıyı çeker
Bu durumda Bitcoin Altın gibi bir değerli madenle (soy metalle) kıyaslanabilir mi?
Evet. Bir düşünce deneyi yapalım. Altın gibi çok nadir bir metali tasavvur et, ama şu özellikleri var: Can sıkıcı bir gri rengi var. İyi bir elektrik iletkeni değil, kolay şekillendirilemez, pratik olarak hiçbir yararlılığı yok veya süs olarak kullanılamaz. Ama bunların yanı sıra çok özel, büyüleyici bir özelliği var: bir haberleşme kanalı üzerinden aktarılabiliyor.
Altının sözümona “fıtratından gelen değeri” (Intrinsischer Wert) niteliğini kastediyor ve bunlar hiç önemli değildir mi diyorsun?
İyi bir paranın geleneksel nitelikleri olarak kabul edilen nadir olmayı ele alalım. Böyle bir çok nesne vardır. Bu durumda “Fıtratından gelen değeri” olmayan bir nesne pekala bir para olarak kullanılabilir.
İnsan bir bitcoini geçersiz bir adrese yolladığında bu para ebediyen kaybolmuş oluyor. 21 Milyon Bitcoin sayısı kesin olarak belirlendiğine göre, bu bitcoinlerin sayısının zamanla azalacağı gibi bir anlama geleceğinden, bir tür “doğal deflasyon” olmuyor mu?
“Doğal deflasyon”… Bu kavramı sevdim. Evet kaybolan veriler ve ödeme hataları nedeniyle doğal bir deflasyon olacak. Bir gün gelecek, yeni coinlerin yaratılması bu doğal deflasyondan daha az bir düzeye düşecek, öyle ki biz mutlak bir deflasyon, yani para miktarının düşmesini de yaşayacağız. Ama kaybolan Coinler diğer Coinleri daha değerli yapacaktır. Bunu bitcoini olan herkese yapılmış bir bağış gibi düşünebiliriz.
Bitcoin madenciliği kaynakların israfı olmuyor mu?
Bu tıpkı Altın ve onun madenciliğinde olduğu gibidir. Altın madenciliğinin marjinal maliyeti daima altın fiyatı civarında bulunur. Evet altın çıkarmak da bir israftır. Ama bir alışveriş aracı olarak altının yararlılığı bunu fazlasıyla karşılar. Bitcoinde de durumun aynı olduğunu düşünüyorum. Bitcoin ile mümkün olan para yollama yararlılığı, bitcoin madenciliğindeki elektrik masraflarından çok daha büyüktür. Eğer bitcoin olmasaydı bu çok daha büyük bir israf olurdu.

5 Aralık 2017 Salı

GÜMRÜK İŞLEMLERİNİN KOLAYLAŞTIRILMASI YÖNETMELİĞİ DEĞİŞİKLİK TASLAĞI

GÜMRÜK İŞLEMLERİNİN KOLAYLAŞTIRILMASI YÖNETMELİĞİ DEĞİŞİKLİK TASLAĞI
10.01.2013 tarihli ve 28524 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Gümrük İşlemlerinin Kolaylaştırılması Yönetmeliği ile düzenlenmiş olan yetkilendirilmiş yükümlü statüsü kapsamında faydalanılacak olan...
RESMİ GAZETE'DE YAYINLANAN VE YÜRÜRLÜĞE GİREN YÖNETMELİK...
10.01.2013 tarihli ve 28524 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Gümrük İşlemlerinin Kolaylaştırılması Yönetmeliği ile düzenlenmiş olan yetkilendirilmiş yükümlü statüsü kapsamında faydalanılacak olan ithalatta yerinde gümrükleme izni ile izinli alıcı yetkisinin yürürlüğe konulmasını teminen, adı geçen Yönetmelik yeniden düzenlenmiş olup yapılan değişikliklerin mavi renkte gösterildiği taslak metni ilişiktedir.
Görüş ve önerilerinizi rkgkolayticaret@gtb.gov.tr adresine bildirilebilirsiniz.